Sivas Madımak katliamında 33 canımızı vermemizin üzerinden 17 yıl geçti. Neredeyse her yıl dünyanın dört bir yanındaki Aleviler bir araya gelerek veya tek başlarına, insanlığın o kara gününü andılar. Kendini insan sayan herkes, o gün yapılanların kabul edilemez korkunç bir suç olduğunu düşündü ve hala öyle düşünüyor. Kendi kültürünü yaşamak ve yaşatmak için Pir Sultan’a gelenlere yapılanlar insanlığa sığmayacak kadar alçakçaydı. Ancak orada yapılan vahşeti sadece o cahil sürüsüne yüklemek saflık olur. 2 Temmuz 1993 günü Alevilere yapılan, yüzyıllardır seyrede seyrede ezberlediğimiz bir oyunun başka bir sahnesiydi. Devlet dediğimiz aygıt bir kere daha planlarını aklı, vicdanı olmayan gericilere uygulattı ve başarılı olmaları için gereken her imkanı sağladı. Sivas katliamı dikkatli değerlendirildiğinde birşey tüm açıklığı ile ortaya çıkar. Oradaki olay, Alevi ile Sünninin, ilerici ile gericinin, iyi ile kötünün, aydınlık ile karanlığın çatışması olduğu kadar aynı zamanda örgütlü olanla örgütsüz olanında kavgasının sonuçlarını gözler önüne serer. Etkinlikten haberdar olan devlet destekli gerici güçler aylar öncesinden hazırlıklara girişmiştir. Halkın gerginliğinin sağlanmasından medyanın kullanılmasına, yol kenarına bilinçli olarak dökülen kaldırım taşlarından, yarışma bahanesi ile Sivas’a getirilen militan takımına kadar her hazırlık örgütlü bir oluşumun özenli hazırlıklarıdır. Oysa bizim Aleviler her zaman olduğu gibi kalplerinden gelen coşku ile güvenliklerini düşünmeden veya güvenliklerini kendilerini defalarca sırtından hançerleyen devletin insafına bırakarak ateşin içine kendilerini attılar. Olayın ilk gelişmeleri belirmeye başladığında bile, insanları katliama çağıran bildiriler ellerine geçmesine rağmen, kurtulmalarını sağlayabilecek tedbirleri almadılar, alamadılar. Sonuç olarak organize çalışan gerici güçler, o güne kadar örgütlü çalışmayı bir türlü yapamayan Alevi toplumunun birbirinden güzel 33 canını yüreklerimizden söktü.
Sayı olarak kaybımız Maraş, Çorum veya çok daha büyük kayıplar verdiğimiz önceki katliamlardan daha az olabilir ama bu sefer katledilenler kültürümüz için büyük önem taşıyan çok değerli insanlardı. Muhlis Akarsu, Hasret Gültekin, Nesimi Çimen ve Edibe Sulari ile sazımızı, deyişlerimizi susturmak istediler. Metin Altınok, Asım Bezirci, Asaf Koçak, Mehmet Atay, Behçet Aysan ile kültür dünyamızı karartmak istediler. On iki yaşındaki Koray ile çocuklarımızı, pırıl pırıl gençlerimizi katlededek gençliğimizi, semahlarımızı durdurmak istediler. Carina Cuanna ile dostluklarımıza kan lekesi sıçratmak istediler. Bunları yapan alçaklar hem Aleviliğin kaynağına dinamit koymak hemde tüm Alevileri korkutarak, sindirerek bir taşla iki kuş vurmak istediler. Yüreklerimizi dağlamayı başardılar ama Aleviliği bitirmeye güçleri yetmeyeceğini hala anlayamadılar. Aksine yıllardır sürdürülen asimilasyon ve baskı politikaları sonucu eski hızını kaybeden Aleviliği her zamankinden daha güçlü hale getirdiler. Sivas’tan sonra, bir araya gelmekten korkan, genellikle Aleviliğini yıllardır gizlice yaşayan insanlarımız Anadolu’nun ve dünyanın her yerinde dernek ve kültür merkezleri kurarak bu planı tersine çevirmeyi başardılar. Bu kararlı tutumun sonucunda, ilk yıllarda Madımak Otelinin önüne 40-50 kişi toplanırken bundan iki gün önce Sivas Cumhuriyet Meydanına akan yüzbinin üzerinde Alevi ve Alevi dostu katliamı lanetledi ve 17 yıl sonra ilk defa bir devlet bakanı 33 canımızı verdiğimiz Madımak Oteline gelerek karanfil bıraktı. Samimiyeti her ne kadar tartışmalı olsa da bu olumlu gelişmeyi sağlayan pes etmeden yıllardır her 2 Temmuz’da işlenen suçu sorumluların yüzlerine haykıran örgütlü Alevilerdi. Aynı kararlılıkla birgün Madımak Otelini bir Utanç Müzesine çevirecek olan da yine onlar olacaktır. Ne kadar uzakta olsakta bize düşen onların güçlerine güç, seslerine ses katmaktır.
İnsanı, canı öğretisinin merkezi kabul eden biz Aleviler bunca katliama rağmen cana kıymayı akıllarımıza bile getirmedik. Güzelliklerimizin yanına kini, intikamı koymadık. Kanı kanla yıkamayı insanlığa yakıştırmadık. Yaptığımız tek şey insanlığımızla, bitmez tükenmez sevgimizle insanlıktan nasip almamış olanlara ders vermekti. Bu yüzdendir ki tarih boyu Anadolu’da yaşanan onca katliamın hiç birinde Alevilerin parmağı olmadı ve olmayacak.
Orada kaybettiğimiz sadece o 33 can değildi. Böyle katliamlarda beni en çok düşündüren konu orada kaybedilen o birbirinden birikimli insanların yaşasalar neler yapabilecekleri, dünyaya neler sunabilecekleridir. Kendi kuşağının en değerli ozanlarından biri olan Muhlis Akarsu‘nun geçen on yedi yılda bizlere ne güzel eserler sunabileceğini düşünün. 23 yaşında, sanat yaşamının henüz başında olmasına rağmen Alevi müziğine bambaşka bir renk katan Hasret Gültekin‘in müzik ve kültür dünyamıza neler katabilecek olduğunu hayal edin. Onca yazarın, çizerin, her biri dünyalara bedel gencimizin neler yapabilecek olduklarını düşünün. Elbette onların yaşıyor olsalar neler yapabilecek olduklarını hayal etmenin hiçbirimize bir faydası yok ama en azından yaşayan değerlerimize sahip çıkmamız ve onlara kol kanat germemiz gerekli. Böyle insanların kolay yetişmediğini bilmek ve anlamak zorundayız. Bunu ancak birlikteliğimizi sürdürerek, güçlendirerek yapabileceğimizi anlamak zorundayız. Canları pahasına Alevilik için, insanlık için, barış için çalışmış o insanların bize bıraktığı emanete değer vermemek, sırt çevirmek, o güzel insanlara ihanet etmek demektir. Hepimiz biliyoruz ki Alevilerin kalbine ihanete ve hainlere yer yoktur. Sivas’ı anmak sadece senede bir gün bir yerde toplanmak, konuşmak, dinlemek ve evlerimize gitmek olarak kaldıkça hiç kimseye bir yararı olamaz.
Sivas’ta yitirdiğimiz canlarımızı anmak üzere bizi yalnız bırakmayan tüm duyarlı dostlarımıza yönetim kurulu adına birkez daha teşekkür etmek istiyorum. Bir daha öyle acıları yaşamamak için, yaşadıklarımızı unutmamak, unutturmamak için birlikteliğimizi güçlendirerek sürdürmemizin önemini anlamınızı, düşünmenizi istiyorum.
Saygılarımla,
İrfan Gürel