Merhaba,
Bu yazıda birkaç açıdan Anadolu’da şekillenen Aleviliği ele alacağım.
Bunlar; inançsal, siyasal, toplumsal ve örgütsel açıdan günümüz Aleviliğine kısaca bir bakış olacak. Şunu başta belirtmem gerekir, bu yazı hem içerik olarak, hem de bilimsel açıdan Aleviliğin günümüzde yaşadığı sorunlara çözüm önerecek kapsamda bir yazı olmayacaktır. Çünkü böyle bir yazının daha büyük bilgi birikimlerini ve daha bilimsel , sosyo-kültürel araştırmaları gerektirdiginin bilincindeyim. Ancak toplumda 35 yıldır Alevi kimligi ile yaşayan bir insan olarak bilgi birikimim oranında bakış açılarına, önyargı ve cahilligin azalmasina küçük bir katkım olabilirse ne mutlu.
İnançsal açıdan Alevilik.
Alevilik kelime olarak Ali yandaşı, Ali’ye bağlı, Ali’yi diğer üç halifeden üstün tutan bütün tarikatların ve mezheplerin genel adı olarak tarif edilmisse de, Anadolu da Bektaşilik, Babailik, Kızılbaşlık, Hurufilik, Tahtacilar vb. gibi tarikat ve gurupların da son iki yüzyıldır bu isim altında kategorize edildiği bilinmektedir. Birilerinin son yıllarda bu toplulukları bir kelimeye hapsedip yargılamak ve yönlendirmek istemeleri kendileri adına anlaşılabilir, ancak onlar ”Alevilik Hz. Ali’yi sevmek ve onun yolundan gitmekse bizde Aleviyiz” diyerek Alevilik konusunda bilgisizliklerini ortaya koymakla kalmayıp tarihi açıdan da yüzyıllar boyu Ali ve yandaşlarına (Arap, Fars, Türk veya diğer topluluklara ait olsun) yapılan iki yüzlü yaklaşımların bir örneği olmaktadırlar. Özellikle orta Asya’ya yönelen Emevi hakimiyetindeki Arap işgalciliğine karşı direnen, kültürlerini, dillerini ve topraklarını korurken haksızlıklara uğramış Horasan erenleri, pirleri bu iki yüzlülügü hatırlamak için iyi birer örnektir. Aleviler bu tuzağa düşmemelidir. Anadolu Aleviligi sadece Hz Ali yandaşlığı yada İslamin ilk yıllarındaki halifelik çekişmeleriyle açıklanabilecek bir inanç ve felsefe değildir. Anadolu Aleviligi inanç, ibadet biçimi ve dünya görüşü olarak dünyadaki diğer Müslümanlardan oldukça farklıdır. Şimdi duyar gibiyim ‘bunu bilmeyen mi var’ diyeceksiniz. Ancak bu farklılık bir dinin farklı mezhebi (yorumu) olarak değerlendirilemeyecek bir farklılıktır. Hemen kısaca söylemek gerekirse Müslümanlik (İslam) semavi (göksel) bir dindir, yani tanrı tarafından bir melek (Cebrail) aracılığı ile insanlarin uyması gereken kurallar ve yapması gereken ibadetlerin seçilen bir peygambere (Muhammed) bildirilmesi ve bunun daha sonra kitap (Kuran) haline getirilmesi ile oluşan bir dindir. Bu dinin olmazsa olmaz kuralları ve esasları vardır. Bunlara kısaca bakarsak: iman esaslari; tanrının varlığı ve birliği, Muhammed’in peygamber oluşu, meleklerin varlığı, Kuran’ın tanrı tarafından gönderildiği ve hiç bir şekilde bir harfinin dahi değiştirilemeyeceği, öldükten sonra dirileceğimize, cennet ve cehennemin varlığına inanmaktir ki bunlar sağa sola çekilemeyecek kesin dogma (doğruluğu sınanmadan benimsenen) esaslardır. İkinci olarak iman ettikten sonra yapılması zorunlu olan ibadet ve şekilleri de İslam esaslarıdır. Bunlar bilindiği gibi namaz kılmak, hacca gitmek, zekat vermek, oruç tutmak, kelime-i şahadet getirmektir. İslam dininde bazı kurallar farklı yorumlanabilir, bazı ibadetler farklı ifa edilebilir ancak kısaca bahsettiğim bu iman ve ibadet kuralları dünyadaki bütün Müslümanlar tarafindan kabul edilmektedir, daha doğrusu edilmelidir. Bunları kabul ederdeniz Müslüman olursunuz aksi taktirde dinden çıkarsıniz denir. Hatta bazıları bu iman ve ibadet kurallarını yerine getirmemek insani dinden çıkarmaz ama doğruluğu konusunda şüpheye düşmek veya kabul etmemek dinden çıkarır derler.
Yukarıda bahsedilen kurallar ve esaslar Ali yandaşları da dahil bütün İslam mezhep ve tarikatları tarafından kabul edilmektedir. Ancak Anadolu Aleviliği’nde durum tamamen farklıdır. Kesin olarak şu söylenebilir ki bu inanç ve yol kendisini dogmatik din kuralları ve şekilleri içerisine hapsetmemiştir. Bu bir iddia degil vakadır.
Kısaca göz atacak olursak Kanada’dan Çin’e kadar bütün İslami topluluklarda ortak kabul gören ancak Anadolu’daki Alevilikte olmayan şu kural ve ritüellere bakınız: Kıble’ye dönülerek kılınan namaz, Mekke’ye gidip tavaf etmek, hac, Ramazan’da otuz gün oruç, camide ibadetin gerekliliği, birden fazla kadın ile evlenmenin erkekler için hak olması, hülle, kadınların tesettüre girmesi ve kadınların mirastan yarım pay alması, gerektiğinde başkalarını da Müslüman yapmak için savaşmak (cihat). Ancak bir kısmını saymaya çaliştığım İslam dininin bu temel kural ve ritüelleri Anadolu coğrafyası dışındaki Aleviler (Suriye, Iran, Pakistan, Yemen, Irak, Mısır ve başka İslam ülkelerinde de değişik isimler altında Hz.Ali yandaşlarının varlığı bilinmektedir) tarafından da kabul edilmektedir. Oysa Anadolu Aleviliğinde olup ta başka Müslüman topluluklarda olmayan inanç ve ritüellere bir göz atacak olursak, dede(pir) cem, dem, saz, semah, müsahip, kirve, vb. sembol ve törenlerin yani sıra (Enel Hak), Hakkın (tanrının) insanda tecellisi, Vahdet-i Vücut (varlığın birliği) kadın erkek eşitliği ve daha başka özgün inanç biçimleri. Bunları bu yazı kapsamında biraz detaylandıralım. Bütün baskılara rağmen bu inancın bu güne kadar taşınabilmesinde en önemli misyon dedelere aittir. Dedeler orta Asya’daki toplulukların eski inanci Şamanizm’deki dini önderler olan kamların (kaman-şaman) Anadolu’daki devamıdır adeta. Ancak özellikle Doğu Anadolu bölgesindeki ocaklara bağlı dedeler kendilerinin ehlibeyt, yani peygamber soyundan geldiklerini iddia etmektedirler. Emeviler döneminde ehlibeyte yapılan baskılar sonucu bu soydan gelen bazı insanların İran ve Anadolu’ya göç ettikleri bazı tarihi kaynaklarda belirtilmektedir. Ancak dedelerin hepsinin peygamberin soyundan yani Arap kökenli olduklarını iddia etmek çok zorlama bir teori olur. Yazılı kaynakları çok sınırlı olan bu inanç ve yolun en önemli uygulayıcısı ve taşıyıcısı olan dedeler egemenler tarafından en büyük ve en şiddetli baskıya maruz bırakılmışlardır. Anadolunun gizli kültürü Aleviliği günümüze kadar getiren dedeler özellikle son elli yılda adeta toplumun gerisine düşmüslerdir. Sünnilik her açıdan sistem tarafından desteklenirken Alevi dedelerinin orta çağdan kalma birikimleri yetersiz kalmıştır. Bu tespit dedelerimizin tarihsel misyonlarına halel getirmemektedir .
Cem ayinine gelince Alevi inancını diger inançlardan ayıran en orijinal dinsel törendir bu ayin. Söyle ki; Bu tören adeta bütün Alevi felsefesini minyatür olarak yansıtmaktadır. Kısaca göz atacak olursak, on iki hizmet olarak icra edilen çeşitli ritüeller, cemde uygulanan ancak hayatın her alanında örnek olması öğütlenen ritüellerdir. Her canın ceme gelirken içinin ve dışının temiz olması, herkesin ceme gelirken lokma getirmesi, cem başlamadan dede dahil bütün canların birbirinden razı ve barışık olması, varsa dargın olanların barıştırılması, meydanın sembolik olarak süpürülmesi, üç tane mum yakılması, semah dönülmesi vs … Bütün bunlar müzik(saz) eşliğinde yapılır. Cemin sonunda getirilen lokmalar eşitçe dağıtılıp herkes hakkına razı olduktan sonra dedenin izni ile yenilir. İçinde müzik, semah (dinsel motifli dans), ateşi kutsama, suyu kutsama, kadın erkek bir arada bulunma, suçluların yargılanıp küslerin barışması, isteyen ve durumu uygun olan iki ailenin müsahip, kardeş (yol kardeşi) olması, lokmaların eşit paylaşılması gibi unsurları barındıran cem adeta İslam coğrafyasından Hindistan ve Çine kadar uzanan bütün inançların bir karışım ve sentezidir.
Alevilikte tanrı anlayışı konusu: Alevi inancı tanrıyı gök yüzünden yeryüzüne indirmiş onunla hemhal olup sevgi ile yaklaşmıştır. Alevilik, Hakkı (Allahı) ademde bilmektir. Hallacı Mansur, Seyit Nesimi, Hünkar Bektaşı Veli, Pir Sultan Abdal ve diğer bütün Alevi pirleri bu inancın mihenk taşlarıdır. Enel Hak (tanrı bendedir) anlayışı bu inancın temel felsefesidir. Anadolu Aleviliği Allah’ı doğanın ve kendisinin dışında görmemektedir. Yazılı kaynakları çok sınırlı olan bu inancı anlayabilmek için bu yolun ulularına bakmak gerekmektedir. Alevi-Bektaşi ozanları ve şiirleri bu yolun en önemli kaynaklarıdır. Tarihi süreç içerisinde devamlı kendisini yenileyen ve bir kalıba, şekle girmekten kaçınan bu felsefe hep egemen sistemin dışında kendisini var etmistir.
Siyasal açıdan Alevilik.
Hayatın her alanında yapılan her türlü eylemin içerisinde bir siyaset vardır, Alevilik gibi toplumsal bir olgunun siyasetten soyutlanarak açıklanması mümkün değildir, Şahi merdan Hz Ali’nin, ‘Eğer bir yerde bir kişi açlıktan ölüyorsa bundan haberdar olan herkes onun ölümünden sorumludur’ sözü bir siyasettir. Yine Şah İmam Hüseyin’in, zalim İslam (emevi) hükümdari Yezide karşı Kerbela’da direnirken söylediği: ‘Ben zalimlerle birlikte varlık içerisinde yaşamaktansa zalime karşı durarak ölmeyi onur sayarım’‘ sözü, bir siyaset değil de nedir? Pir Sultan Abdal’in Osmanlıya karşı yoksul halkı örgütlerken,
Şalvarı saltak Osmanlı
Eğeri kaltak Osmanlı;
Ekerken yok biçerken yok
Harmanda ortak Osmanlı
diyerek vergi vermemeye ve başkaldırmaya çağırması;
Şu milletin hak sancağını
Çekelim bakalım nice olursa olsun
Kılıç çekip zalimlerin kanını
Dökelim bakalım nice olursa olsun
demesi çok net siyasi bir duruşun ifadesidir. Egemen güçlere isyanın Anadolu’daki tarihi Alevilerce yazılmıştır. Anadolu tarihi Alevilerin isyan tarihidir demek yanlış olmaz. Bunun için yüzeysel bir bakış bile yeterlidir. Selçukluya karşı Baba İshak (İlyas) ayaklanmaları, Osmanlıya karşı Pir Sultan, Celali, Bedrettin, Şah kulu, hatta yeniçeri ayaklanmaları ilk akla gelenlerdir. Tabi ki egemen otoriteye isyan etmenin birde bedeli vardır. Bu anlamda Anadolu tarihi aynı zamanda Alevilere yapılan zulüm ve katliamların da tarihidir. Osmanlı Padişahı Yavuz Selim tarafından o zamanki en büyük din otoritesi(şeyhülislam) Ebu Suud efendiye yazdırılan Aleviler hakkındaki fetva söyledir :
‘Bu Kızılbaş taifesinin katli vaciptir. Bunların malı ,kadınları Müslümanlara helaldir, Kızılbaş öldüren Müslüman cennete gidecektir, ölen Kızılbaşın yeri cehennemin ta dibidir.’
Fetva uzayıp gitmektedir. Söz konusu fetva 1924 yılında toplanan dini ulema tarafından geçersiz sayılıp yürürlükten kaldırılmıştır. Ancak bu gelenek *****huriyet döneminin Atatürk’le gelen bütün insani erdemliliğine ve aydınlanma çalışmalarına taassuptan kurtulamamış ve aydınlanmadan nasibini alamamış ve hala Ebu Suud (beklide zamane Ebu Suudlarının) fetvasının takipçisi ve kendisini egemen zanneden yobazların Alevilere yönelik açık katliamlarıdır. 2 Temmuz 1993 Sivas Madımak katliamı, sadece kültürel bir etkinlik yapmaya çalışan Alevilere karşı, bu Emevi devlet geleneğinin tüm kurumları ile nasil bir refleks içerisinde oldugunu göstermesi bakımından çok çarpıcıdır. Felsefesinde zalime karşı mazlumun yanında olmayı; haksızlığa karşı başkaldırmayı ve insanı merkezine alan hümanist bir duruşu bulunduran Alevi inancı, egemenler ve onların uzantıları tarafından sadece bir boyutu ile ele alınıp adeta içi boşaltılmak istenmektedir. Sistemin savunucuları Alevilerin örgütlenip gelişmesinden, hayata, siyasete, müdahale edip hak talep etmesinden rahatsız olmaktadırlar. Onun içinde var olan Alevi örgütleri mesnetsiz suçlamalarla, özellikle Alevi toplumu nezdinde teşhir edilip küçük düşürülmek istenmektedir. Çünkü Alevi kitlenin bu kurumlara teveccüh edip yönelmesi ve bu Alevi kurumlarının daha da güçlenmesi köhnemiş sisteme karşı tehlike oluşturmaktadır. Alevilerin isteği daha demokratik, tam anlamı ile laik, bütün inançlara eşitçe yaklaşan hakça bir düzen olmuştur. Tabi ki bu istekler bu güne kadar bu çarpık sistemden nemalanmış kesimleri rahatsız ediyor. Onların direnci ile karsılaşılıyor. Bu durumda bizim Aleviler olarak yapmamız gereken inadına örgütlenmek, siyaset yapmak, toplumun diğer demokratik, özgürlükçü, emekten, insan haklarindan yana kesimleri ile ittifaklar kurup yaşadığımız ülkenin ve toplumun demokratikleşmesine katkı sağlamaktir.
Toplumsal ve örgütsel açıdan Alevilik
Alevi toplumu inanç ve felsefesindeki yüceliğe rağmen günümüzde diğer inançlarla aynı oranda saygınlığa sahip değildir. Bu tespit belki bize acı gelebilir. Ancak kendi gerçeğimizi ve sorunumuzu doğru tespit ve teşhis etmeden doğru yöntemler ve çözümler geliştiremeyiz. Diğer inanç gruplarının ibadet mekanları, inanç önderleri, eğitim kurumları, Alevi inancınınki ile karşılaştırılamayacak ölçüde olanaklara sahiptirler. Türkiye’de yaşayan Hiristiyanların ve Musevilerin sayıları Alevilere göre çok çok az olmasına rağmen eğitim kurumları, ibadet mekanları, gazeteleri, hepsinden önemlisi hukuksal statüleri vardıir.(Tabi ki olmalıdır da.) Özellikle batı ve orta Anadolu’dakilerin bir bölümünün asimile olduğunu kabul etsek bile sayıları yirmi milyon civarında olduğu tahmin edilen Alevilerin ibadet mekanları (cem evi) inanç önderleri ve diğer imkan(sızlık)ları tam anlamı ile acınacak bir durumdur. Yapılan bir araştırmaya göre Alevi dedelerinin eğitim ortalaması ilkokul üçtür. Sırf bu durum bile dedelerimizin toplum nezdindeki saygınlıklarının erozyona uğramasına neden olmaktadir. Tekke ve zaviyeler yasası ile eğitim kurumları (dergahlar)kapatılıp yasaklanan inanç önderleri üfürükçü, büyücü, vs ile aynı seviyede görülen ve sistem tarafından tehlikeli görülüp sürekli baskı altında tutulan Alevilik, son seksen yılda kendisini hiç yenileyip, geliştirip, üretememiştir. Bu duruma hiç bir Alevi seyirci kalamaz kalmamalıdır. Türkiye nüfusunun önemli bir bölümünü oluşturan Aleviler devlet bürokrasisinde de hep görünmez engellerle karşılaşmışlardir. Eger bir Alevi yurttaş kendi kimliğini gizlememiş yada inkar etmemişse devlet kademelerinde yer edinmesi ve yükselmesi zordur. Parlamentodaki Alevi milletvekillerinin sayısı iki elin parmaklarını geçmez. Şu anki iktidar partisinden hiç Alevi milletvekili yoktur. Seksen küsur ilin valilerinin hiç birisi Alevi değildir. Yine belki bir kaç istisna dışında emniyet müdürü yada kaymakam olan Alevi tanımıyoruz. Oysa Aleviler ülke nüfusunun üçte birini oluşturmaktaıir ve bilinir ki bu kesim çocuklarını *****huriyet dönemi ile birlikte aydınlanma yoluna katılmak için hep okumaya tahsil yapmaya yönlendirmiştir ve hala da öyledir. Yukarıdaki durum ülkedeki gizli(açık) ayrımcılığın çarpıcı bir göstergesidir. Bu gün Aleviler inançlarını rahat ve özgürce yaşayamamaktadırlar. Bunun asil nedeni devletin anti laik yapılanması ve tercihini Osmanlının geri kalmış döneminden miras aldığı Emevi İslam anlayışından yana kullanmasıdır. Yapılan araştırmalara göre devlet Sünni (Hanefi) inanca yılda üç milyar dolar civarında kaynak yönlendirmektedir. Bu para ile; imam hatip okulları, ilahiyat fakülteleri, dinci yurtlar, vakıflar açılmakta , yayınlar yapılmakta ; Diyanet İşleri Başkanlığının yüz yirmi binin üzerindeki personeli; suyu elektriği, ısınma giderleri devlet tarafından karşılanan (bazı Alevi köylerine de zorla yaptırılan) sayısı seksen bini bulan camiler, mecliste, askeri birliklerde devlet dairelerinde bulunan ve bu günkü hükümet tarafından yakında apartmanlarda da yapılma zorunluluğu düşünülen mescitler, finanse edilip geliştirilmektedir. Türkiye dünyanın en çok camiye sahip ülkesidir. Bütün yurttaşların vergilerinden ayrılan pay ile finanse edilen Diyanet, şeriat ve şeriatçıların laboratuarıdır. Fettullah Gülen, Cemalettin Kaplan, gibi bir çok dinci şeriatçılar ve Hizbullah türü örgütlenmeler hep diyanet içerisinde palazlanmıştır. Diyaneti, devlet şeriatçılığı kontrol etmek için finanse ediyor iddiaları yukarıdaki tablo karşısında en hafif tabirle saflıktır ve komiktir. Sistem tarafından bu ölçüde desteklenen dinciler gittikçe güçlenmiş, kendi sermayelerini oluşturmuş, hatta dış kaynaklı İslami sermayenin de desteği ile medya sektöründe ulusal ve yerel onlarca televizyon kanalına, radyoya, gazeteye sahip olmuşlardır. Her alanda baskı altında tutulan Aleviler ve demokratların ise bu alanda durumları malumdur. Özellikle 1950’den sonraki hükümetler ve ülke yönetiminde çok belirgin ağırlığı olan askerler, o günden bu yana sola karşı destekleyip geliştirdikleri dincilige bu gün kendileri de teslim olmuş durumdadırlar. Aleviler ve demokratlar açısından önemli bir konuda zorunlu din dersleridir, 12 Eylül darbesinden sonra zorunlu hale getirilen din derslerinde, İslam dininin Sünni yorumunun Hanefi mezhebi anlatılmaktadır. Bu durumdan Hanefiler hoşnut olabilirler ancak Aleviler ve bu dersi çocuklarının zorunlu olarak almasını istemeyen diğer insanlar açısından büyük bir eziyet ve insan hakları ihlalidir. Bütün bu anti demokratik uygulamaların ortadan kaldırılması için Alevilerin yapması gereken gerçek anlamda demokrasiyi ve laikligi savunmaktır. Yoksa bazı Alevi bezirganlarının istedigi gibi Diyanetten pay kapmaya çalışmak yada Alevi çocuklarına da adı Alevilikte olsa, din dersi talep etmek bu gerici ve anti demokratik uygulamaların meşrulaşmasına hizmet eder. Din ve inanç konusu tamamen sivil toplum işidir ve o alana bırakılmalıdır. Her inanç gurubu kendi inancını özgürce yaşayacak kurumlarını oluşturmalı ve finanse etmelidir. Kamusal alanda başkalarını rahatsız etmemek koşulu ile bunun bir sakıncası yoktur, bu uygulamanın batıda somut örnekleri mevcuttur.
Alevi örgütlerinin yada kurumlarının bu günkü durumu
Tarih boyunca yasaklı ve gizli olan Aleviler, belki de bu yüzden olsa gerek örgütlenme geleneğine sahip değillerdir. Bu günkü örgütlenmelerin ortaya çıkışı da Alevilerin isteği ve inisiyatifi ile değil devleti yönetenlerin teşviki ile olmuştur. 1984 yılında Türkiye’deki tekçi, asimilasyoncu, inkarcı ve baskıcı devlet yapısına karşı silahlı baskaldırıya geçen Kürtlerin, güneydoğuda devlet otoritesini sarsacak eylemler düzenlemesi devleti yönetenleri tedbir almaya zorlamış, bu çerçevede o zamanki basbakan Özal, önde gelen Alevi dedeleri ile Ankara Gölbaşinda gizli bir toplantı yapmıştır. Amaç, felsefesi gereği daima sisteme muhalif olan Alevilerinde sistemi tehdit edecek bir yapıya kanalize olmalarını önlemek ve devletin kontrolünde zararsız bir Alevi cemaati oluşturmaktır. Bu bir ölçüde başarılmıştır da. Özellikle Türkiye’de Aleviler adına hareket ettiğini iddia eden bazı kuruluşlar Alevilerin en temel haklarını savunmaktan çok çarpık sistemin bekası için çaba sarf etmektedirler. Ancak Pir Sultan Abdal dernekleri ve benzeri Alevi kuruluşları ise içerisinde sol düşünceli Alevileri de barındırdığından, geleneksel Aleviliği temsil etmektedirler. Yurt dışındaki Alevi kuruluşları da bu anlamda aynı kategoride ele alınabilir. Özellikle Almanya’daki Alevi kültür merkezleri ve bunların oluşturduğu federasyon, batı Avrupa’daki görece burjuva demokrasinin de sağladığı ortamda rahatça örgütlenip kitleselleşmiştir. Bir sivil toplum örgütü olarak bu kuruluşlar, Avrupalı hükümetler ve kuruluşlar nezdinde yaptıkları girisimler sonucu, kendi ülkelerinde elde edemedikleri bazı hakları elde etmektedirler. Yurt dışındaki Alevi kuruluşlarının bu çalışmaları Türkiye’deki oligarşik sistemin beklentisinin aksi yönünde gelişmekte bu da devletin derinliklerinde rahatsızlık yaratmaktadır. Hürriyet gazetesi aracılığı ile dönem dönem yapılan Avrupa’daki Alevileri bölmeye yönelik saldırılar, bu çerçevede değerlendirilebilir.
Sonuç
Bu yazi kapsamında yüzeyselde olsa, Alevilik ve sorunları hakkında bazı konulara değindim. Sonuç olarak şunların altını çizmekte fayda görüyorum. Alevilik bu gün hala toplumsal bir sorun olarak ortada durmaktadır ve bu sorunun çözümü için devlet kendi iradesi ile adımlar atmamaktadır. Aleviliğin hümanist, eşitlikçi ve haksızlığa boyun eğmeyen felsefesinden dolayı, bu günkü egemenler tarafından baskı altında tutulup içi boşaltılmaya çalışılmaktadır. ‘Alevilik Aliyi sevmekse ben de Aleviyim’ boş lafları en yüksek idari kademelerde sarf edilerek Alevi toplumunun dinamizmi ve degerleri göz ardı edilmektedir. Alevilik en az diğer bütün inanç ve kültürler kadar saygıdeğerdir. Ancak bu gün hak ettiği noktada değildir. Hak ettiği noktaya gelmesi ve bütün bu sorunların çözümü için Aleviler örgütlenmeli, siyaset yapmalı, gündeme müdahale etmeli ve toplumun diğer demokrat kesimleri ile bulundukları her alanın demokratikleşmesi için mücadele etmelidirler. Bütün diğer toplumsal sorunlarda olduğu gibi Alevilik sorununun da çözümü demokratikleşmeden ve insan haklarına saygıdan geçer. İnsan hakları alanında üçüncü kuşak insan hakları (yerel haklar, bir şehirde oturmaktan kaynaklanan haklar) bilim çevrelerinde tartışılırken Alevi toplumunun en temel insan haklarından mahrum kalması tahammül edilemez bir durumdur ve kimsenin çikarına değildir.
BİLİMİN IŞIĞI YOLUMUZU AYDINLATSIN.
S.Ali ARLIER 15.12.2004
(Wiesloch Alevi Kültür Merkezi web sayfasından)